MURAKABE

MURAKABE

İnsan davranışlarının temel belirleyici unsuru, birinci derecede fıtrattır. Fakat fıtrat, aile, inanç, eğitim, arkadaş ve sosyal çevrenin etkisiyle kazanılan tutum ve davranışların niteliğine göre, müspet veya menfi yönde etkilenmektedir. Başlangıçta tertemiz olan fıtrat, insanın sonradan kazandığı nitelikler, değerler ve
benimsediği hayat tarzına dayalı olarak asli safiyetinden uzaklaşabilmektedir. Yaratılış özelliklerimizi bir tarafa bırakırsak kişilik ve kimliğin oluşmasının ilk adımı yakın çevresi yani ailesi ve uzak çevresi olan girdiği
sosyal ortamlardır. İnsan, Allah’ın rahmet ve ihsanının gereği olarak yaratılıştan, iyilik ve kötülüğü temyiz
edebilecek yeteneklerle donanmış olarak doğmaktadır.1-Fıtratın bozulmasında en büyük role sahip olan göz ise insanın dışa bakan penceresi olması hasebiyle iyi ve kötüyü gözlemleyerek insanı bu ikisinden birine yönlendirmektedir. İnsanının iyiye yönelmesi gözün gerçek istikameti görmesi veya görmesi
ile mümkün olur. İnsanoğluna bahşedilen göz aynı zamanda büyük bir zafiyete de dönüşebilir. Göz dünyaya bakarken dış dünya ile biçimlenirken içsel hürriyetini kaybetmekle beraber ahlakını fıtratını şekillendirir. Bu aşamada kişinin kendini bilmesi, kendi içine dönmesi, kendine bakması günümüzdeki dijital iletişimin yaygın hale gelmesi ile tarihte hiç olmadığı kadar değer kazanmıştır. Bu sebepledir ki Mutasavvıflar, kişinin sürekli nefsini gözetlemesi, dinlemesi ve kontrol altında tutması gerektiğini söylemişlerdir. Bu şekilde insanın dış dünyanın olumsuz yansımalarından veya kalabalıklara uyarak
benimsediği fiil ve davranışlardan kurtulabileceğine inanırlar. Unutulmaması gereken ise şudur; biz dış
dünyayı gözetlerken bizim hem iç dünyamızı hem de dış dünyamızı gözetleyen Cenab-ı Allah’tır. 2-Nitekim Peygamberimiz “ihsan nedir? Sorusuna Allah’a onu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremesen de O seni görmektedir. ”3-şeklinde cevap vererek bu gerçeği dile getirmiştir.
Mutasavvıfların bu delillere dayandırdığı yazımızı da başlık olarak verdiğimiz “murakabe” önemli bir iç denetim mekanizmasıdır. Başkalarını gözetlemek yerine kendi içine bakan, kendini düzelten, dış dünyanın olumsuz etkilerine kapılmayarak fıtratını bozmayacak rıza-i bariye uygun bir hayat sürmüş olacaktır.

1 Şems, 91/7-8
2 Nisa, 4/1
3 Buhari, İman,37.

Devamını Oku...
 BESMELE’NİN SIRRI NEDİR? 

 BESMELE’NİN SIRRI NEDİR? 

Rivayete göre Peygamberimize peygamberlik verilmeden önce müşrikler bir işe başlarken tanrılarının adını anarak: “Bismi’l-Lât ve’l Uzzâ” derlerdi. Cahiliye döneminde Müslümanlar tevhid inancını benimsedikten sonra “Allah’ın adıyla başlıyorum” anlamında besmele ile işlerine başlamışlardır.  

Aslında besmelenin, Neml sûresindeki âyette1 (27/30) Hz. Süleyman’ın Belkıs’a gönderdiği mektubun başında yer alması çok eskiden kullanılan bir terim olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda Hz. Süleyman döneminden bu tarafa kullanıldığına işaret etmekle beraber İslâm’ın başlangıcından itibaren bütün belgelerin yazımına besmele ile başlanılması gelenek haline dönüşmüştür. Buna ilaveten Hz. Peygamber’in, besmele ile başlanmayan işlerin bereketsiz ve neticesiz kalacağını belirten Ebû Hüreyre’nin -radıyallahu anh- naklettiği:“Yüce Allah’ı anarak başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir/sonuçsuzdur.”2 hadisinin ve fiilî sünnetinin tesiriyle müslümanlar arasında sözlü olduğu kadar yazıda da en çok tekrarlanan, gerek teberrüken gerek usulen gerekse tezyinî olarak çeşitli şekillerde en fazla yazılan âyetlerin başında besmele gelmektedir. Besmelenin ayet olup olmadığı konusu tefsirciler arasında tartışmalı bir konudur.  

Müslüman besmele çekmekle, “Kendi adıma veya başka bir varlık adına değil, sadece Allah Teâlâ adına, O’nun rızasını kazanmak umuduyla ve O’nun izni çerçevesinde bu işi yapmaya başlıyorum.” demiş olur. Diğer yandan besmele için Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi içinden özellikle “Rahmân” ve “Rahîm” isimlerinin seçilmiş olması son derece anlamlıdır. Besmele çeken bir mümin, Allah Teâlâ’nın engin rahmet ve merhametini ifade eden bu isimleri söylemekle, bütün söz ve davranışlarında rahmet ve merhameti prensip edineceğini ilân etmiş olur. 

 Kur’an-ı Kerim’in konusunun Allah ile âlem, özellikle de insanlık âlemi arasındaki münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin başındaki ‚bâ‛ edatı bu münasebeti ortaya koymakta ve kulun yaratanından yardım isteyerek hep O’na bağlı kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı itibariyle besmeleden önce‚ bâ‛nın ilgili bulunduğu mahzuf bir fiil vardır. Bu besmele başlanacak herhangi bir fiildir: Bismillah diye başlıyorum‛, bismillah diye kalkıyorum‛, bismillah diye hayvan kesiyorum‛ gibi. Böylece ulûhiyyet ile ubûdiyyet arasında sevgiye dayalı olan derûni münasebeti ifade eden besmele İslam’ın bir sembolü, her iyiliğin anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanıdır. 

Kul Allah’ın rahman ve rahim isimlerini de kullanarak başladığı işlerde şuurlu hareket edeceğinden günah kesbedecek fiil ve sözlerden imtina etmek zorunda kalacaktır. Besmele çektiği her fiil ve sözde helal dairesinden çıkmadan hareket etmeye çalışacaktır. Allah’ın adıyla söz söylemenin ve iş yapmanın şuurunda hareket eden müslümanın sözü ve özü düzgün olacaktır. Dr. Erdem Sabuncu

1 Neml (27/30)  

2 İbn Hanbel, II, 360. 

Devamını Oku...