Isınan Dünya, Hastalanan İnsan

Isınan Dünya, Hastalanan İnsan

Bugün internette iklim değişikliği üzerine araştırma yaparken bir kitaba rastladım. Okudukça, dünyamızı ne büyük tehlikelerin beklediğini ve adeta kıyamet alametlerini yaşadığımızı hissettim.
Kitabın adı “Climate of Change” – yani “Değişimin İklimi.”
Yalnızca bilimsel bir rapor değil, aynı zamanda insanlığa yazılmış bir uyarı mektubu idi sanki…
Yazanlar: Dr. John Last, Dr. Konia Trouton ve Dr. David Pengelly. Üç bilim insanı.
Şu an için sadece ilk bölümü okuyabildim…
Biz ne ara bu kadar kirlettik dünyamızı? Ne ara toprağın, suyun ve havanın bize emanet olduğunu unuttuk?
Kitabın ilk bölümü “Fossil Fuel Emissions, Global Warming and Human Health” yani “Fosil Yakıt Emisyonları, Küresel Isınma ve İnsan Sağlığı” başlığını taşıyor.
İlk sayfalardaki en önemli bilgi şu: fosil yakıt tüketimimiz 30 kat artmış.
1860 yılında dünya yılda 300 milyon ton petrol eşdeğeri yakıt kullanırken, bugün 8 milyar 730 milyon ton kullanıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Enerji ürettikçe üretmişiz ama doğanın da nefesini kesmişiz.
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda; kömür yakan termik santralleri, egzozlardan yükselen dumanları, bacalardan çıkan gazları ve daha nice kirletici kaynağı görüyoruz…
Hepsi sanki canlıları yok etmek için uğraşıyor.
Kükürt dioksit, azot oksitleri, partikül maddeler, cıva ve sayamadıklarımız…
Hepsi ciğerlerimize, kalbimize, hücrelerimize, akciğerlerine kadar ulaşıyor.
Tüm bu yanmanın en masum görünen ama en sinsi sonucu ise karbondioksittir (CO₂). Aslında CO₂, doğanın kendi dengesi içinde bir kahramandır. Çünkü o olmasa, Dünya’nın ortalama sıcaklığı 15°C değil, –6°C olurdu. Yani biz, Allah’ın bir mucizesi olan bu denge sayesinde yaşıyoruz.
Ne yazık ki kendi ellerimiz ile onu denge unsuru olarak değil, zehirli bir örtüye dönüştürdük.
100 yılda atmosferdeki CO₂ oranı yüzde 30 arttı; 280 ppm’den 360 ppm’e çıktı.
Bunun anlamı ise gezegenin ateşinin yükselmesidir.
Sonucu da buzların erimesidir, göllerin kurumasıdır, soluk alamayan insanların çaresizliğidir.
Kitapta geçen bir ifade beni çok etkiledi:
“Fosil yakıtların yanması hem iklim değişikliğine hem hava kirliliğine yol açar.”
Yani arabamızın kontağını çevirdiğimizde hem doğayı hem de kendimizi kirletiyoruz.
Isınırken, üretirken, hızlanırken kirlettikçe kirletiyoruz.
Bir başka çarpıcı veri de şu: Eğer bugünkü gidişat değişmezse sadece fosil yakıt kullanımına bağlı hastalıklardan ölümler artabilir.
Bu insanlar arasında belki biz olacağız, belki çocuklarımız, belki de hiç tanımadığımız insanlar.
Küresel ısınma sadece bir “çevre sorunu” değil; artık bir sağlık krizi.
Artan sıcaklıklar, hastalıkların yayılma alanlarını değiştiriyor.
Şu günlerde Kasım ayına giriyoruz ama hava sıcaklığı normallerin üzerinde…
Yeni virüsler, yeni bakteriler, yeni salgınlar…
Kitapta anlatılan her satır, aslında hepimizin günlük hayatına dokunuyor. Herkesin okumasını çok isterim.
Sabah işe giderken soluduğumuz hava, çocuklarımızın oynadığı park, marketten aldığımız sebze, içtiğimiz su…
Hepsi sağlığımızı etkiliyor.
Dr. Last ve ekibi diyor ki:
“İklim değişikliğini durdurmak, aynı zamanda insan sağlığını korumaktır.”
Yani karbon salımını azaltmak, sadece gezegenimizi değil, geleceğimizi de korumaktır.
Bir düşünün…
Her yaktığımız bir litre benzin, her fazla tüketilen enerji, her gereksiz üretim; atmosferde bir iz bırakıyor.
Bu iz, sadece ozon tabakasını değil, sağlığımızı da etkiliyor.
Ben bugün bu kitabı okurken; dünyamızdaki kuraklık, fırtına, sel, sıcaklık artışının nedenlerini bir kez daha anladım.
Ama hâlâ geç değil. Enerjiyi daha bilinçli kullanmak, yenilenebilir kaynaklara yönelmek, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek elimizde…

Prof. Dr. Hamdi Temel

Devamını Oku...
Ezan Sesi Vicdanlara Dokunmalı: Vekil Hocaların Hafta Sonu Çilesi ve Maaş Kesintisi Mağduriyeti

Ezan Sesi Vicdanlara Dokunmalı: Vekil Hocaların Hafta Sonu Çilesi ve Maaş Kesintisi Mağduriyeti

Diyanet İşleri Başkanlığımızın çimentosu, camilerimizin ise ruhu olan din görevlilerimizin fedakârlığı hepimizin malumu. Ancak bu kutsal görevi “vekil” statüsünde yürüten yüzlerce hocamızın yaşadığı öyle bir mağduriyet var ki, modern çalışma hayatının temel insani haklarına aykırı düşüyor. Konumuz: Vekil hocaların haftalık izin kullanamaması ve kullandığında düşük maaşlarından kesinti yapılması.

Gelin görün ki, vekil statüsündeki imam-hatiplerimiz ve müezzin-kayyımlarımız, kadrolu meslektaşlarıyla aynı saatlerde, hatta bayramlarda ve özel günlerde çok daha yoğun bir tempoda görev yapıyor. Sabahın seherinde okunan ezandan yatsı namazının son cemaatine kadar cami hizmetlerinin aksamadan yürütülmesi için büyük bir özveri gösteriyorlar.

Peki bu büyük fedakârlığın karşılığında karşılaştıkları tablo ne?

1. Düşük Ücret, İzin Kesintisiyle Çift Kat Mağduriyet: Vekil personelimizin ücretleri, maalesef, çoğu zaman kadrolu meslektaşlarının çok altında kalıyor. Zaten zor şartlarda geçim mücadelesi verirken, bir de insani bir ihtiyaç olan haftalık izin haklarını kullandıklarında, Müftülükler tarafından bu izin günlerinin maaşlarından kesilmesiyle karşılaşıyorlar. Bir hafta 7 günse, izin kullanılan 1 günün ücretinin kesilmesi, zaten dar olan bütçede ciddi bir gedik açıyor. Bu uygulama, “Dinlenirsen ceza ödersin” demenin bir başka yoludur.

2. İnsani ve Hukuki Bir Çelişki: Devlet memurları kanunu ve temel çalışma yasaları, her çalışana dinlenme hakkı tanır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda vekil memurların durumu özel düzenlemeler içerse de, temel insan hakkı olan dinlenme ve sağlıklı bir yaşam sürme ihtiyacı göz ardı edilemez. Bu uygulama, hocalarımızı ya izinsiz çalışmaya ya da cüzi bir miktar karşılığında zaten yetersiz olan maaşlarının daha da eksilmesine mahkûm ediyor.

3. Motivasyon Kaybı ve Hizmet Kalitesi: Unutmayalım ki, morali bozuk, geçim derdi çeken ve dinlenme hakkı gasp edilen bir personel, görevini en yüksek verimle sürdüremez. Camilerimizdeki manevi rehberlik hizmetlerinin kalitesinin korunması, görevlilerin huzurlu ve güvenceli bir ortamda çalışmalarına bağlıdır. Bu mağduriyetin devam etmesi, sadece hocalarımızın değil, aslında tüm cemaatin ve hizmet kalitesinin kaybıdır.

Çözüm Nerede?

Buradan Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza ve ilgili Bakanlıklarımıza sesleniyoruz:

Vekil hocalarımızın bu kronikleşmiş mağduriyetini gidermek, vicdani ve idari bir sorumluluktur. Yapılacak en basit ve adil düzenleme, vekil personelin de haftalık izin günlerinin ücret kesintisine tabi olmaksızın kullanabilmesinin yasal ve idari olarak güvence altına alınmasıdır. Eğer yasal bir engel varsa, 657 sayılı Kanun’da vekil personel lehine ivedilikle bir düzenleme yapılmalı veya Başkanlık tarafından Müftülüklere bu yönde net ve bağlayıcı bir talimat gönderilmelidir.

Camilerimizdeki ezan sesinin huzuru, onu okuyan hocalarımızın gönül rahatlığıyla görev yapabilmesine bağlıdır. Düşük maaş karşılığında özveriyle çalışan bu fedakâr hocalarımızın maaş kesintisi çilesine son verilmeli, onlara hak ettikleri insani çalışma şartları sağlanmalıdır. Aksi takdirde, vicdanlarımızı rahatsız eden bu kesinti makası, sadece maaşları değil, aynı zamanda göreve olan inancı da kesmeye devam edecektir.

Bu adaletsizliğin bir an önce giderilmesi, sadece bir memur hakkı meselesi değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve hizmetin sürekliliği meselesidir. Tekbir-Sen olarak gereği yapılana dek, bu mağduriyeti dile getirmeye devam edeceğiz.

Devamını Oku...
DİYANET’E YÖNELİK ELEŞTİRİLER VE SALDIRILARIN PERDE ARKASI

Diyanet’e Yönelik Eleştiriler ve “Saldırıların” Perde Arkası

Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşundan bu yana toplumun dinî hayatını düzenleme ve aydınlatma misyonunu üstlenmiştir. Milyonlarca vatandaşın dinî rehberlik beklediği bu kurum, doğal olarak kamusal alandaki her güçlü aktör gibi sürekli bir eleştiri ve tartışma odağı hâlindedir. Ancak son yıllarda, Diyanet’e yönelik dile getirilen eleştirilerin ötesine geçen, kurumun varlığını, bütçesini veya dinî söylemlerini topyekûn hedef alan bir “saldırı” dilinin yaygınlaştığı görülmektedir. Peki, Diyanet’e yöneltilen bu sert ve yıkıcı eleştirilerin, kurumun kendi deyimiyle “saldırıların” temel amacı nedir?

Kurumsal Eleştiri mi, Din Alanını Dizayn Etme Çabası mı?

Öncelikle yapıcı ve yıkıcı eleştiriyi ayırmak gerekir. Diyanet’in bütçesi, hutbelerdeki dili, personel politikaları veya bazı açıklamaları, elbette kamuoyunda tartışılabilir ve eleştirilebilir. Bu, demokratik bir denetim mekanizmasının doğal bir parçasıdır. Kurumun daha iyi hizmet vermesi, daha kapsayıcı bir dil kullanması veya mali kaynaklarını daha verimli kullanması adına yapılan samimi eleştiriler, Başkanlığın kendisini güçlendirmesine yardımcı olur.

Ancak, gözlemlenen tartışmaların büyük bir kısmı, bu yapıcı çerçeveden uzaktır. Diyanet’i hedef alan “saldırılar,” çoğunlukla şu iki ana amaca hizmet ediyor gibi görünmektedir:

1. Din Alanını Laikleştirmek ve Devletin Dinî Etkisini Sıfırlamak:

Türkiye’de bir kesim, dinî hayatın tamamen devlet denetiminden çıkarılmasını, hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tamamen lağvedilmesini savunmaktadır. Bu görüş, dinî inanç ve pratiklerin tamamen bireysel bir alan olarak kalmasını, devletin bu alana müdahale etmemesini amaçlar. Diyanet’e yönelik her eleştiri, kurumun büyüklüğüne, bütçesine ve merkezî yapısına odaklanarak, aslında din hizmetlerinin merkezî ve organize yapısını hedef alır. Amaç, dinî alandaki kurumsal yapıyı zayıflatarak dinin kamusal alandaki görünürlüğünü azaltmaktır.

2. Toplumsal Değerler Üzerinden Çatışma Yaratmak:

Diyanet, geleneksel aile yapısı, ahlaki değerler ve toplumsal normlar üzerine sıklıkla açıklama yapmaktadır. Bu açıklamalar, özellikle modern yaşam tarzlarını veya farklı yaşam biçimlerini benimseyen kesimlerle sert bir çatışma alanına dönüşmektedir. Diyanet, bazen hutbelerinde veya resmî açıklamalarında, kendi ifadesiyle “aile kurumunu hedef alan küresel lobileri” veya “fıtrata aykırı” olarak gördüğü yaklaşımları eleştirmektedir. Bu eleştiriler, diğer kesim tarafından ayrımcılık ve yaşam tarzına müdahale olarak algılanmakta ve Diyanet’e yönelik topyekûn bir tepkiye dönüşmektedir. Bu durum, temelde toplumsal değerler ve yaşam biçimleri üzerinden kutuplaşmayı derinleştiren bir dinamik yaratmaktadır.


Sonuç: Diyanet’i Tartışmak, Aslında Toplumu Tartışmaktır

Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye toplumunun din ve devlet ilişkisi hakkındaki kadim tartışmaların somutlaşmış hâlidir. Kuruma yönelik eleştirilerin arkasındaki temel itici güç, çoğunlukla Diyanet’in performansından çok, kurumun temsil ettiği değerler ve dinin toplumdaki rolü hakkındaki farklı vizyonlardır. Diyanet’e yöneltilen “saldırıların” nihai amacı, din hizmetlerinin kalitesini artırmak değil; Türkiye’deki din alanının kim tarafından ve hangi söylemlerle dizayn edileceği mücadelesidir. Bu mücadelede, yapıcı eleştirinin ötesine geçen her yıkıcı eylem, ne Diyanet’e ne de millete fayda sağlamakta, aksine toplumsal huzuru ve barışı baltalamaktadır.

Kurumun, herkesi kucaklayan bir dinî dil oluşturma ve şeffaflıkla hareket etme sorumluluğu olduğu gibi, kamuoyunun da eleştirilerini iftira ve yalandan arındırılmış, yapıcı bir zeminde tutma sorumluluğu vardır. Aksi takdirde, Diyanet tartışmaları, sadece kutuplaşmayı ve karşılıklı nefreti besleyen kısır bir döngüye dönüşecektir. Vesselam.

Devamını Oku...
Camiler ve Din Görevlileri Haftamız Kutlu Olsun

Camiler ve Din Görevlileri Haftamız Kutlu Olsun

1-7 Ekim tarihleri arasında her yıl Camiler ve din görevlileri haftası olarak kutlanılmaktadır. Tüm Din görevlilerimizin haftası kutlu olsun. Tekbir-Sen olarak bu haftamızın tüm din görevlilerimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.

Camiler ve din görevlileri haftasında il ve ilçe müftülerimizin yapmış olduğu bazı uygulamalara Tekbir-Sen olarak itiraz ediyor ve tasvip etmiyoruz.

İl ve İlçe müftülerimizin, din görevlilerimizin haftasında diğer kurum ve kuruluşların amirlerini ziyarete gitmelerine itiraz ediyoruz ve bu davranışlarını tasvip etmiyoruz. Eğer bu hafta bizimse, neden diğer kurum ve kuruluşların amirleri bizlerin haftasını kutlamak için bizleri ziyarete gelmiyor? Neden il ve ilçe müftülerimiz bizim haftamızda diğer kurum ve kuruluşları ve amirlerini ziyaret ediyor? Tekbir-Sen olarak bu tutum ve davranışları tasvip etmiyoruz.

Camiler ve din görevlileri haftasında tüm il ve ilçe müftülerimizin ve müftülüklerimizin ahirete göç eden din görevlilerimiz için hatim okunmasına öncülük etmelerini, onları yad etmelerini, hayatta olan ve emekli olmuş hocalarımızın hanelerinin ziyaret edilerek gönüllerinin hoş tutulmasını, bulundukları il ve ilçelerde ahirete göç etmiş hocalarımızın kabirleri ziyaret edilerek, Kur’an okunması ve kabirleri başında dualarla yad edilmesini Sendika olarak talep ediyoruz.

Bir müftümüzün elinde güllerle diğer kurum ve kuruluşların amirlerini ziyaret etmelerini istemiyoruz. Müftülerimizin bu tutum ve davranışları din görevlilerimizin gururunu rencide etmektedir. Hiç bir kurum amirinin makam ve mevkisi ne olursa olsun din görevlilerimizin gururunu rencide etmeye hakkı olmadığını hatırlatmak isteriz.

Camiler ve din görevlileri haftamızda başta sayın Cumhurbaşkanımızdan din görevlilerimizi sevindirecek ve mutlu edecek bir takım müjdelerin verilmesini can-u gönülden arzu ediyoruz. Emekliye ayrılmış olan hocalarımızdan hac ve umreye hiç gitmemiş olanlara Diyanet İşleri Başkanlığımızın umreye göndererek taltif etmesini istiyoruz. Tekbir-Sen olarak buradan il ve ilçe müftülerimize bir çağrıda bulunmak istiyoruz; Gelin bu sene hiç bir kurum ve kuruluşları ziyaret etmeyin, bu sene konferanslar vermeyin, başta emekli olan hocalarımız olmak üzere muvazzaf hocalarımızın hanelerini ziyaret ederek gönül bağı kurmayı deneyin.

Devamını Oku...
MURAKABE

MURAKABE

İnsan davranışlarının temel belirleyici unsuru, birinci derecede fıtrattır. Fakat fıtrat, aile, inanç, eğitim, arkadaş ve sosyal çevrenin etkisiyle kazanılan tutum ve davranışların niteliğine göre, müspet veya menfi yönde etkilenmektedir. Başlangıçta tertemiz olan fıtrat, insanın sonradan kazandığı nitelikler, değerler ve
benimsediği hayat tarzına dayalı olarak asli safiyetinden uzaklaşabilmektedir. Yaratılış özelliklerimizi bir tarafa bırakırsak kişilik ve kimliğin oluşmasının ilk adımı yakın çevresi yani ailesi ve uzak çevresi olan girdiği
sosyal ortamlardır. İnsan, Allah’ın rahmet ve ihsanının gereği olarak yaratılıştan, iyilik ve kötülüğü temyiz
edebilecek yeteneklerle donanmış olarak doğmaktadır.1-Fıtratın bozulmasında en büyük role sahip olan göz ise insanın dışa bakan penceresi olması hasebiyle iyi ve kötüyü gözlemleyerek insanı bu ikisinden birine yönlendirmektedir. İnsanının iyiye yönelmesi gözün gerçek istikameti görmesi veya görmesi
ile mümkün olur. İnsanoğluna bahşedilen göz aynı zamanda büyük bir zafiyete de dönüşebilir. Göz dünyaya bakarken dış dünya ile biçimlenirken içsel hürriyetini kaybetmekle beraber ahlakını fıtratını şekillendirir. Bu aşamada kişinin kendini bilmesi, kendi içine dönmesi, kendine bakması günümüzdeki dijital iletişimin yaygın hale gelmesi ile tarihte hiç olmadığı kadar değer kazanmıştır. Bu sebepledir ki Mutasavvıflar, kişinin sürekli nefsini gözetlemesi, dinlemesi ve kontrol altında tutması gerektiğini söylemişlerdir. Bu şekilde insanın dış dünyanın olumsuz yansımalarından veya kalabalıklara uyarak
benimsediği fiil ve davranışlardan kurtulabileceğine inanırlar. Unutulmaması gereken ise şudur; biz dış
dünyayı gözetlerken bizim hem iç dünyamızı hem de dış dünyamızı gözetleyen Cenab-ı Allah’tır. 2-Nitekim Peygamberimiz “ihsan nedir? Sorusuna Allah’a onu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremesen de O seni görmektedir. ”3-şeklinde cevap vererek bu gerçeği dile getirmiştir.
Mutasavvıfların bu delillere dayandırdığı yazımızı da başlık olarak verdiğimiz “murakabe” önemli bir iç denetim mekanizmasıdır. Başkalarını gözetlemek yerine kendi içine bakan, kendini düzelten, dış dünyanın olumsuz etkilerine kapılmayarak fıtratını bozmayacak rıza-i bariye uygun bir hayat sürmüş olacaktır.

1 Şems, 91/7-8
2 Nisa, 4/1
3 Buhari, İman,37.

Devamını Oku...
Sendikacılık tehdit etmek mi?

Sendikacılık tehdit etmek mi?

Son zamanlarda üye kaybeden sendikanın temsilcileri, kendilerinden istifa ederek başka sendikalara ve özellikle Tekbir-Sen’e üye olanlara karşı baskı kurduklarına üzülerek şahit olmaktayız. Bu baskı bazen rüşvet vermeye kadar gitmektedir. Bu rüşvet olayını açmakta fayda vardır. Başkanlıkta yetkiyi alabilmek için diğer sendikalara üye olanlara 2500 tl alış veriş kartı hediye edilmesi ve bunun karşılığında kendi sendikalarına üye olarak alınmaları, Tekbir-Sen’e üye olmak isteyen bir hocamızı, malum sendikanın aynı zamanda temsilcisi olan hac ve umreden sorumlu bir şube müdürünün arayarak; ” hocam biz seni umreye göndermeyi planlıyoruz, siz sendikadan istifa ederek başka sendikaya geçiyorsunuz, arayarak iptal ettirin ki biz sizi en kısa zamanda umreye gönderelim”, diyor. Bu şube müdürü görevini kötüye kullanmış olmuyor mu?

Sendikacılık başka sendikalara üye olanları tehdit etmek değildir. Bulunduğu makamı temsilcisi olduğu sendikanın menfaatleri uğruna kullanmak hiçte değildir.

Son tiyatro sahnesini hep birlikte izledik. Memur-Sen %88 zam isteyerek masaya oturduğunu yaptığı basın açıklamalarıyla duyurmadı mı? Memur-Sen yetkilileri hükümetin bu zammı vermeyeceğini bile bile neden böyle bir teklifle masaya oturdu? Sebebi gayet açık ve net; show yaparak istifaların önünü kesebilmek. Memur-Sen yetkilileri kazanımlar elde ettik, diye öğünüyorlar. Elde edilen kazanımlar neler, bilen var mı?

Memur-Sen üye kayıplarının önüne geçebilmek için sürekli olarak;” Biz hükümet yanlısıyız”, diyerek memurlar üzerinde psikolojik baskı kurarak memurları üye yapmadı mı? Diyanette görevli ama hükümet yanlısı olduğunu iddia eden sendikanın temsilcisi bir çok murakıbın başka sendikalara üye olan din görevlilerini arayarak;” seni ben denetlemeye geliyorum, üye olduğun sendika değil, macera peşinde koşma”, diyerek tehdit ettiklerine şahit olduk. Hac ve Umreden sorumlu bir şube müdürünün ve aynı zamanda malum sendikanın da temsilcisi olan bir şube müdürünün sendikadan istifa eden bir din görevlisini istifasını geri çekmesi karşılığında umreye göndereceği sözünü vermesi görevi kötüye kullanmak değil mi?

Buradan Eşme İlçe Müftülüğüne Tekbir-Sen olarak teşekkür etmek isteriz. Sözleşmeli personellerin AFAD eğitimine ilde katılması sonucu yolluk yevmiye ödenmemesi nedeniyle, hocalarımız sendikamızdan destek istediler, sendika olarak bizde Eşme İlçe Müftülüğüyle irtibata geçtik, ilgili yazışmalarımızı yaparak, sözleşmeli personellerden AFAD’ın düzenlediği eğitim seminerlerine katılanlara yolluk yevmiye verilmesiyle ilgili talebimizi ilettik. Eşme İlçe Müftülüğü gayet devlet adabına yakışır bir şekilde talebimizi dikkate alarak, Diyanet İşleri Başkanlığından bu konuyla ilgili görüş sorarak, eğitime katılan sözleşmeli personellere yolluk-yevmiye ödeyeceklerini tarafımıza bildirdiler. Gayet olgun davranarak talebimize cevap verdiklerinden dolayı Tekbir-Sen olarak Eşme İlçe Müftümüz ve Şube Müdürümüz başta olmak üzere tüm çalışanlarına teşekkür ediyoruz.

Saraykent İlçemizin genç ve dinamik ilçe Müftüsüne ve tüm müftülük personellerine ayrıca teşekkür ederiz. İlçeye yeni atanmasına rağmen gönülleri fetheden genç ve dinamik ilçe müftüsü sayın Nuri TAPAN hocamız, ilçe de genç-ihtiyar herkesin kalbini, gönlünü kazanmış bir durumda. Çalışma azmi ve gayretiyle de dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış biri. Bir Müftü olarak hangi camide hangi sıkıntı var? Hangi caminin neye ihtiyacı var? hepsini yakinen takip eden biri Saraykent’in genç müftüsü. Saraykent Müftüler bakımından şanslı ilçelerden. Bundan Önce ki ilçe müftüsü sayın Yasin BAYKAL hocamızda ilçeye büyük hizmetleri dokunan biri. İlçe Müftümüzün kendinden önce ki müftü bey hakkında güzel sözler sarf etmesi ayrı bir güzellik.

Tekbir-Sen olarak hiç bir il yada ilçe müftümüzün karşısında da yanlarında da değiliz. İşinin ehli müftülerimizin her zaman yanlarında yer almaya devam edeceğiz. Sendika olarak gönülleri fethederek büyümeye ve sorunların çözümü konusunda cesur adımlar atmaya devam ediyoruz ve devam edeceğiz.

Tekbir-Sen olarak hiç bir zaman Diyanet İşleri Başkanlığımızın aleyhinde olmayacağız, Diyanet İşleri Başkanlığımızın ve çalışanlarının menfaatleri için kanunların bizlere verdiği yetkileri sonuna kadar kullanmaktan asla korkmayacağız.

Devamını Oku...
Nefesin Emaneti

Nefesin Emaneti

20. Yılında Bir Doktorun Gözünden: Neden Her Din Görevlisi Doğal Bir Yeşilaycıdır?

Her yıl dünya genelinde yaklaşık sekiz milyon insan sigaranın –pasif içiciler dâhil– kurbanı oluyor. Türkiye’de ise 15 yaş ve üzeri nüfusun neredeyse üçte biri düzenli olarak sigara içiyor; erkeklerde bu oran yüzde 41’in üzerine çıkıyor. Tıbben her nefes, bronş yüzeyine yedi binden fazla kimyasalın çarpması, en az altmış dokuz kanserojenle tanışmak demek. Kur’an buyruğundaki “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara 2:195) ayetiyle Buhârî’nin “Sağlık ve boş vakit hakkında hesaba çekileceksiniz” hadisi, bu çıplak hakikatleri asırlar öncesinden bir sorumluluk bildirgesi olarak ortaya koyuyor. Sigara dumanı yalnızca akciğerleri karartmıyor; kul hakkını da zedeliyor, çünkü dumanı soluyan çocuğun, yaşlının, hamile bir annenin iradesi sigara tiryakisinin parmakları arasına sıkışıyor.

Muayene masasında bronş spazmı yaşayan bir çocuğun nefes alış verişini dinlerken aklımdan ilk geçen soru her zaman aynı oluyor: “Evde sigara içiliyor mu?” Yirmi yıllık hekimlik pratiğime pasif dumanın izini bırakan öksürük nöbetleri, tekrarlayan alt‑üst solunum yolu enfeksiyonları ve –ister balkonda ister otomobilde yakılsın– perdelerden halılara sinen nikotin lekeleri eşlik ediyor. Centers for Disease Control and Prevention (CDC) verilerine göre dünyadaki çocukların yarısı hâlâ ikinci el dumana maruz kalıyor; bu durum alt‑üst solunum yolu enfeksiyonu riskini sigarasız ortamlara kıyasla yüzde 35–50 artırıyor. Tirmizî’nin aktardığı “Mü’min, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir” hadisi tam da bu noktada kul hakkının modern klinik karşılığını tarif ediyor: Pasif duman, kişinin yalnızca kendi bedenine değil, yanındakinin ciğerine de zarar veriyor.

Bir din görevlisi cami avlusunda nasıl görünüyorsa, cemaatin günlük hayatındaki davranış kalıpları da ona göre şekilleniyor. Dumansız bir duruş, hutbeden önce gelen fiilî tebliğdir. Ayrıca toplumda nikotin bırakma hizmetlerine –ALO 171 hattı, YEDAM danışmanlığı, sigara bırakma poliklinikleri– en hızlı ulaşabilecek kitle çoğu zaman vaaz sonrası dinleyicilerdir. Güven bağının ve manevî desteğin, nikotin yoksunluğuna eşlik eden kaygı ve sinirlilik hâllerini azalttığı klinik çalışmalarda gösterilmiştir. Dua, sohbet ve topluluk desteği, bırakma sürecinin “ilaç dışı yardımcı tedavisi”dir. Sünnetin “zarar vereni yoldan kaldırın” çağrısı, sigara izmaritini de kapsar; söz ile eylem örtüştüğünde tebliğin tesiri katlanır.

Cami avlusuna “Hava emanettir” afişi yerleştirilip yanına ALO 171’i gösteren bir QR kod eklemek, pasif dumanın çocukta astım atağı riskini yüzde 50’ye kadar artırdığını hatırlatan somut bir mesajdır.
Cemaatle “Nikotin damarları otuz dakika içinde daraltır; kalp krizi riskini artırır.” cümlesini paylaşmak, bırakma niyetini iki kat yükseltebilir. Ayet ve hadîsle desteklendiğinde bu etki kalıcı hâle gelir.
İsteyen çiftlerin dinî nikâh metnine zararlı alışkanlıklardan uzak durma maddesi eklemesi, aile içi pasif dumanın düşük kilolu bebek oranını artırdığı gerçeğine dikkat çeker.

Tütün yalnızca solunum sağlığını değil, yanınızdaki çocuğun ciğerini; alkol yalnızca karaciğeri değil, trafikteki can güvenliğini; kumar ve dijital bağımlılıklar yalnızca cüzdanı değil, aile huzurunu tüketir. İslâm hukukunun “Zarar vermek de zarar görmek de yoktur” prensibi, modern bağımlılık literatüründe insan hakları ve halk sağlığı perspektifinin dinî bir izdüşümü olarak karşımıza çıkar. Din görevlisinin kalp terbiyesi vurgusu, beynin ödül döngüsünü istismar eden bağımlılık sarmalını kıracak anahtar konumundadır.

Nefes, bize emanet edilen en kıymetli sermayedir. Minberin gölgesinde duman değil şifa yükseldiğinde, çocuk polikliniğinde öksürük değil umut yankılanır. Din görevlisi dumansız duruşuyla rol model olur; cemaatin cebine ALO 171’i, gönlüne bırakma niyetini, diline “emanet nefes” kavramını taşır. Sigara, nikotin ya da başka bir bağımlılık biçimiyle mücadele sadece tıbbî değil, aynı zamanda imanî ve insanî bir vazifedir. Emanetimizi korumak, kul hakkını gözetmek, “zarar vermeme” ilkesini yaşatmak için bugün atılacak küçük bir adım, yarın bir çocuğun ciğerlerinde hayat bulacaktır.

Kaynakça

  • Centers for Disease Control and Prevention. (2024). Health effects of secondhand smoke on children.
  • Çocuk Solunum Derneği. (2024). Pasif Sigara ve Çocuk Akciğeri (Politika Notu № 12).
  • Dünya Sağlık Örgütü. (2025). Tobacco: Key facts.
  • National Cancer Institute. (2023). Harms of cigarette smoking and health benefits of quitting.
  • Second Hand Smoke Burden Study Group. (2025). Global burden of second‑hand smoke in children. Respiratory Research, 26(5), 1‑12.
  • Türkiye İstatistik Kurumu. (2023). Türkiye Sağlık Araştırması 2022 (Bülten No. 49747).

Devamını Oku...
Altıntaş Müftüsünün Amacı Ne?

Altıntaş Müftüsünün Amacı Ne?

Kütahya ilimize bağlı Altıntaş ilçe müftümüzün sendikamız üyesine karşı hasmane tutum sergilemesine bir anlam veremiyoruz. Altıntaş ilçe müftülüğünde görev yapan üyemiz, sözleşmeli kadroda olmasına rağmen müftü beyin kanunları hiçe sayarak, üyemizi görev yaptığı camiden alarak, başka bir camiye görevlendirmesine sendika olarak “müftü beyin bir bildiği vardır”, diyerek tepki göstermedik. İlçe müftüsü üyemiz resmi izin alarak memleketine gittiği halde, cuma namazını kıldıracak bir görevli vermeyerek, üyemizle camii cemaatini karşı karşıya getirmek istemiştir. Cuma namazına gelen cemaat, camide imamın olmadığını ısrarla müftülüğe bildirmesine rağmen, müftülükten bir personelin cemaate;” imama bizde ulaşamıyoruz”, demesinden de anlaşılacağı üzere, Altıntaş müftülüğü ve Altıntaş müftüsü tarafından sendikamız üyesi şahsında sendikamıza karşı bir tutum sergilenmektedir. Kütahya’da yerel bir gazetede üyemizin görevlendirmeyle görev yaptığı camiyle ilgili çıkan haberlere istinaden, Tekbir-Sen Genel başkanı olarak ilçe müftümüzü telefondan arayarak, çıkan haberlerle ilgili bilgi almak istediğimde, ilçe müftüsü;” başkan bu sizi ilgilendirmiyor”, diyerek telefonu yüzüme kapatması en hafif bir tabirle saygısızlıktır. Haberi yapan gazeteciye ulaşarak, üyemizin izinli olduğuna dair belgeyi kendileriyle paylaşarak, ilçe müftülüğü ve müftüsü hakkında basın açıklaması yapmamız galiba müftü beyin ağırına gitmiş olacak ki; il müftülüğünün ilçe müftüsü hakkında açmış olduğu soruşturmada üyemizi suçluyor ve cuma namazını kıldırmaya gelecekti? diye akla ziyan bir ifade veriyor. 500 km uzaklığa izine giden bir din görevlisi sadece cuma namazını kıldırmak için görev yaptığı yere gelmesi ne kadar mantıklı? veya izine giden bir din görevlisine cuma namazını kıldırmaya gel, denmesi ne kadar hukuki ve vicdanidir. Altıntaş müftümüzün üyemiz hakkında il müftülüğüne şikayetçi olması ve üyemizi “sendika genel başkanına beni arattırarak tehdit ettirdi”, demesi en hafif bir tabirle suçunu başkasının üzerine atma girişimidir. Sendika genel başkanı olarak hiç bir zaman Altıntaş müftümüzü arayarak asla tehdit etmedim ve etmem de. Çünkü sendika olarak biz tehdit eden değil, sorunların çözümü konusunda cesur adımlar atan ve kanunların verdiği yetkileri sonuna kadar kullanmaktan korkmayan, Diyanet ve vakıf çalışanlarımızın cesur ve gür sesiyiz. Altıntaş müftümüzü sendika olarak aklı selim davranmaya ve tüm sendikalara eşit olmaya davet ediyoruz. Altıntaş ilçe müftüsü hakkında Diyanet İşleri Başkanlığımız Disiplin ve Değerlendirme başkanlığına( Teftiş kurulu başkanlığına sevk edilmek üzere) şikayetçi olduk ve bu olayın takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Tekbir-Sen gönülleri fethederek büyüyen bir sendikadır. Sizler ne kadar engel olmak isteseniz de bizler o engelleri aşarak, koyduğunuz setleri yıkarak büyüyen bir sendikayız. Buradan Diyanet İşleri Başkanlığımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum;

Diyanet İşleri Başkanlığımızın, gücünü işgal ettikleri makamlardan alan kurum amirlerimizi tespit ederek, işgal ettikleri makamlardan almalarını ve onlardan boşalacak makamlara, ilmiyle, karakteriyle, ahlakıyla güç verecek olan müftülerimizin atamalarının yapılmasını Tekbir-Sen olarak talep ediyoruz.

Devamını Oku...
Din Görevlilerimizin Talepleri

Din Görevlilerimizin Talepleri

Din görevlilerimizin sorunlarını yerinde tespit edebilmek için saha sendikacılığına önem veriyoruz. Sendika Genel Başkanı olarak Bursa, Ankara, İstanbul illerimizde Din görevlilerimizle yapmış olduğumuz yüz yüze görüşmelerde tarafımıza ve gerekse telefonla beni arayarak iletilen bazı sorunlardan kısaca bahsetmek istiyorum.

  • Bazı il ve ilçe müftülerimizin Din görevlilerimize karşı hasmane tutum sergilediklerini, bu tutum ve davranışın din görevlilerimiz açısından moral ve motivasyonlarının bozulmasına ve görev şevklerinin kırılmasına sebep olduğunu, bu konuda il ve ilçe müftülerimizin daha hassas olmaları gerektiğini istediklerini söylediler.
  • Bazı il ve ilçe müftülüklerin Fahri olarak görev yapan Kur’an Kursu Öğreticilerimizin en az bir günlük ek derslerini ödemedikleri, tez zamanda ödenmeyen ek derslerinin ödenmesini istemektedirler.
  • İlk atamada Müezzin-Kayyım olarak atananların İmam-Hatip olarak atanabilmeleri için sık sık sınavların açılmasını talep etmektedirler.
  • Camii giderlerinin merkezi bütçeden karşılanması veya TDV İl ve ilçe şubelerince karşılanmasını istemektedirler.
  • Vekil olarak görev yapan din görevlilerimizin aldıkları maaşların asgari ücretin altında kaldığı, bu durumda evli ve çocuğu olanların aile geçindirme konusunda ekonomik zorluklar yaşadıklarını, kadrolu personellere ödenen seyyanen zammın vekil olarak görev yapan din görevlilerine de ödenmesini istemektedirler.
  • Vekil olarak görev yapan din görevlilerin haftalık izinlerinin olmadığını, haftalık izin kullananların maaşlarından kesildiğini ve bu mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmektedirler.
  • Sürekli her yıl aynı il ve ilçe müftülerin Hac ve Umre görevlerine gittikleri, bu durumun Diyanete güveni sarstığını, aynı kişilerin değil, diğer il ve ilçe müftülerinin de hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilmeleri Diyanet İşleri Başkanlığına güveni artıracağını ve çalışma azmini zirveye çıkaracağını söylediler.
  • Senelik izine ayrılmak isteyen din görevlilerimize bir çok il ve ilçe müftülüklerinin zorluk çıkardığını, izine ayrılanlardan Cuma Namazını kıldırmak için yerlerine birini bulmalarını veya Cuma Namazını kıldırmak için görev yerine o gün gelmelerinin istendiğini beyan ederek bu durumda rahat bir kafayla izin kullanamadıklarını söylemektedirler. İzine ayrılan Din görevlilerimizin yerlerine görev yapacak kişileri müftülüklerin kendilerinin ayarlamasını talep etmektedirler.
  • Sözleşmeli Personellerin başka yerlerde çalıştırılamayacağı kanunen açık ve netken, bazı il ve ilçe müftülerinin başka camilerde görevlendirdiklerini, itiraz edenlerin de sözleşmelerinin feshedileceğiyle tehdit edildiğine dair iddiada bulundular. Bu durumun çalışma azmini kırdığını beyan ettiler.
  • 1-7 Ekim tarihleri arasında idrak edilen Camiler ve Din görevlileri Haftası münasebetiyle hiç bir il ve ilçe müftülerimizin diğer kurum ve kuruluşların amirlerini ziyarete gitmemelerini, onların bizlerin haftası münasebetiyle İl ve ilçe müftülüklerimizi ziyaret etmelerini istemektedirler.
  • Camiler ve din görevlileri haftası münasebetiyle din görevlilerimize en az bir maaş ikramiye verilmesini talep etmektedirler.
  • Derneklerden e Devlet üzerinden istifalar mümkünken, sendikalardan e Devlet üzerinden istifaların mümkün olmadığını, tıpkı derneklerde olduğu gibi sendikalardan da e devlet üzerinden istifa edinilmesini talep etmektedirler.
  • Her ay il ve ilçe müftülüklerinde personellere yönelik yapılan aylık mutat toplantılara kırsal kesimlerden gelenlere yolluk-yevmiyenin ödenmesini istemektedirler.
  • Bazı il ve ilçe müftülüklerinde görev yapan memurların din görevlilerimize karşı yüksek perdeden konuştuklarını, itiraz ettikleri vakit te memurların tehditkâr bir edayla üzerlerine yürüdüklerini söylediler. Bu durumdan ötürü kurumlarına gitmek istemediklerini söylediler.
  • He sene başında zorla dayatılan Diyanet yayınlarının alınması mecburiyetine son verilmesi talep edilmektedir.
  • Bazı müftülüklerin mesai mefhumu gözetmeksizin gecenin bir yarısında kuruma ait sosyal medya ( BİP, Whats Upp, SMS) uygulamalarından mesajlar göndermelerinin kendilerini rahatsız ettiğini, hatta az da olsa kurumlarından bazen tehdit dolu ve bazen sitem dolu mesajların geldiğini, bu durumun aile içinde huzursuzluğa sebebiyet verdiğini söylediler.
  • Tekbir-Sen olarak yukarıda tarafımıza iletilen sorunların çözümü konusunda girişimlerde bulunacağımızı, din görevlilerimizi namaz vakitleri içerisinde görüntülü arayarak görevde olup olmadıklarını tespit etmeye çalışan ve sendikamıza yönelik ” Biz Tekbir-Sen’i kaale almıyoruz, onlar köpek gibi avlıyor”, diyerek üyelerimize baskı kuran ve kaymakamlığın açtığı soruşturma da ifadesine başvurulacak olan üyelerimizin gerek ilçe müftüsü ve gerekse şube müdürü tarafından tehdit edilmesiyle ilgili de Diyanet İşleri Başkanlığımıza şikayetçi olduğumuzu ve diğer konularla ilgili de Diyanet İşleri Başkanlığımıza müracaatta bulunacağımızın bilinmesinde fayda vardır. Sendika olarak biz gönülleri fethederek büyüyen sendikayız. Biz gücümüzü kanunlardan ve siz değerli Diyanet ve Vakıf çalışanlarımızdan alıyoruz.
    • Kıymetli Hocalarım sizlerde sendikamıza üye olarak gücümüze güç katabilirsiniz ve sendikamızın il ve ilçe temsilcisi olarak bizimle bu kutlu yolda yürüyebilirsiniz.

Devamını Oku...
İyiliğe Davet, Sağlığa Davet

İyiliğe Davet, Sağlığa Davet

Bazı hikâyeler vardır, insanın iç dünyasına kök salar. Çocukken duyduğunuz bir cümle, şahit olduğunuz bir davranış, hayat boyu sürecek bir bilinç tohumu olur. Ben, emekli bir müftünün çocuğu olarak böyle bir evde büyüdüm. Babamın dilindeki emr‑i bi’l‑ma‘rûf, nehy‑i ani’l‑münker ilkesi sadece vaaz kürsüsünde değil, hayatın her anında canlıydı.

Hatırlıyorum; çocukken mahallede bir komşumuza “Herkes namaz kılıyor, sen neden kılmıyorsun?” diye sorduğumda aslında sadece ibadete değil, iyiliğe, hayırlı olana yönlendirme gayesinin bir tezahürü vardı. Otobüslerde sigara içmenin serbest olduğu zamanlardı. Babam astım hastasıydı. Nefes alamazdı ama yine de nezaketle, “Rahatsızım, sigaranızı söndürebilir misiniz?” derdi. Kimisi saygıyla söndürürdü, kimisi “O zaman özel araçla seyahat et” cevabını verirdi. Oysa herkesin özel aracı yoktu; ama herkesin ortak bir sorumluluğu vardı: birbirine karşı duyarlı olmak. Kur’ân’ın “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın”[1] emri sanki bu toplu yolculukta yankılanır gibiydi.

Yıllar geçti, ben hekim oldum. Babamın o zamanlar yaptığı şeyin aslında tam olarak bir “sağlığa davet” olduğunu fark ettim. Şimdi biz hekimler çağrımızı sürdürüyoruz: “Sağlıklı olun; bedeninize iyi bakın, çünkü bu beden emanet.” Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “İki nimet vardır ki insanların çoğu onların kıymetini bilmez: sağlık ve boş vakit.”[2] buyururken emanetin değerini hatırlatıyordu.

Sağlık, sadece bedenin değil, ruhun ve sosyal çevrenin de bir bütünüdür. Tıpkı İslâm’ın insanı bütüncül görmesi gibi … Can emanet, sorumluluk büyük. Daha kaliteli bir hayat için ilk adımlar aslında çok sade:
• Sağlıklı beslenmek (“Yiyin, için fakat israf etmeyin”[3])
• Düzenli kan tahlillerimizi yaptırmak
• Eksik vitamin ve minerallerimizi tamamlamak
• Günlük yürüyüşlere zaman ayırmak
• Sosyal çevremizle sağlıklı ilişkiler kurmak (“Mümin, insanlarla karışan ve onların eziyetine sabreden kimsedir.”[4])
• Aşılarımızı ihmal etmemek

Örneğin, babam artık yaşı ilerledi. Grip ve zatürre aşılarını düzenli yaptırdığımızda her yıl geçirdiği enfeksiyon sayısı azaldı, hastalıkları daha hafif geçirdi. Bu küçük ama etkili önlemlerle sadece onun değil, çevresindekilerin sağlığı da korunmuş oluyor. “Kim bir canı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur”[5] ayeti, aşıyla korunan tek bir hayatın bile ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatır.

Diyanet görevlileri olarak emr‑i bi’l‑ma‘rûf yaparken “Namaz kılın” dediğinizde aslında insanlara sadece bir ibadeti değil, beden sağlıklarını, ruh sağlıklarını ve hayat kalitelerini de teklif ediyorsunuz:
• Secde: Ruhun teslimiyetini öğretir, bedene esneklik kazandırır.
• Oruç: Nefsi terbiye eder, sindirime dinlenme imkânı verir.
• Abdest: Kalbi temizler, mikroptan arındırır (“Allah temizlenenleri sever”[6]).

O hâlde bizler de bu çağrıyı yenileyelim:

İyiliğe çağırırken sağlığa da çağırıyoruz.
Çünkü sağlık, Allah’ın kuluna verdiği en büyük nimetlerden biridir ve biz o nimetin bekçisiyiz.

Dipnotlar

[1] Bakara, 2:195
[2] Buhârî, Rikâq, 1
[3] A‘râf, 7:31
[4] Tirmizî, Birr, 69
[5] Mâide, 5:32
[6] Tevbe, 9:108

Kaynakça (APA 7)

Buhârî, M. İ. (2013). Sahîh al‑Buhârî (M. Arnaut, Ed., 2. bs.). Dâru Tuq al‑Nacâh.

Tirmizî, M. İ. (2013). Sunan al‑Tirmizî (A. Azîm Abâdî, Ed., 2. bs.). Dâru Ta’sîl.

Türkiye Diyanet Vakfı. (2019). Kur’ân‑ı Kerîm ve Yüce Meali (10. bs.). TDV Yayınları.

Devamını Oku...